Değerli başkan, değerli meclis üyeleri,
17 Ağustos 1999’da yani bundan 17 yıl önce merkez üssü Gölcük olan 7.4 büyüklüğünde son yüzyılın en büyük felaketlerinden birini yaşadık. Akabinde meydana gelen 12 Kasım Düzce depremi ise yaklaşık 20.000 yurttaşımızın ölümüne, büyük oranda mal kaybına ve yapı hasarına neden olmuştur.
17 Ağustos’ta İstanbul’da 50 bina tamamen yıkılmış, 3000 bina ağır hasar almış,
30.000 binada da hasar tespit edilmiş, 1000’e yakın vatandaşımız hayatını kaybetmiştir.
Bu deprem pek çok gerçeği de görmemizi sağlamıştır. 20 milyona yakın konut ve kamu yapılarının güvenli olmadığı, pek çok yapının kaçak olarak üretildiği, kaçak olmayıp da ruhsatlı olan yapıların da yeterli mühendislik hizmeti almadığı ortaya çıkmıştır.
1999 depreminden sonra bildiğim kadarıyla 4 üniversitenin bir araya gelmesiyle bir master planı çalışması yapıldı. Fakat bugüne kadar bu çalışmaların uygulandığını göremedik.
Bu planlama süreci çok hızlı bir şekilde yapılmalı çünkü bizim yapı stokumuzun önemli bir kısmının yenilenmesi gerekiyor. Oysa 17 Ağustos 1999 depreminden önce bu bölgede depremle ilgili bir panel de yapılmıştı. Bu panelde Kuzey Anadolu fay hattının batı tarafında ciddi bir gerilim olduğu ifade edilmişti.
Aynı bilim adamları şimdi de Marmara’da İstanbul Adalar ve Tekirdağ açıklarında bir gerilim olduğunu ifade ediyorlar. Bu gerilimin 7 ve 7 nin üzerinde bir deprem üretebileceği tahmin ediliyor. Depremin büyüklüğüne bağlı olarak 100 bin yurttaşımızın hayatını kaybedebileceği yaklaşık 250 bin insanın yaralanacağı ve ciddi bir barınma sorunu ortağa çıkacağı belirtiliyor.
Olabilecek bu depremin İstanbul’a ciddi zararları olacaktır. Çünkü Ø Türkiye nüfusunun %18’i İstanbul’da yaşıyor.
- Endüstri ve sanayi tesislerinin büyük bir kısmı yine İstanbul çevresinde bulunuyor. Bu deprem sonrasında; Ø Eski eserlerimizin yarıya yakınının yıkılacağı.
- Elektrik santrallerinin devre dışı kalacağı, su şebekelerinin zarar göreceği buna
bağlı salgın hastalıkların baş göstereceği, birçok yerde yangın çıkabileceği düşünülüyor.
-Ekonomik zararın da 100 milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyor.
Bu riskli mevcut yapı stoğunun yanı sıra son yıllarda yapılan 3.köprü, 3.havaalanı,
Boğaz tüp geçişi İstanbul’a daha da göç aldıracak projelerdir.
Şu anda 17-18 milyon olan nüfus gelecek 10 yılda 25 milyon olduğunda
İstanbul’un sorunları daha da artacaktır. Fakat bu nüfus artışına paralel
olarak maalesef ulaşım, altyapı, su, yağmur suyu, atık su arıtma tesisi, yeterli kapasitede geliştirilememiştir.
Bu nedenledir ki yağmur sonrası meydanlar deniz ile aynı seviyeye geliyor, trafik belli saatlerde değil, günün her saati yoğun oluyor.
İstanbul’da yeşil alanlar ise yok denecek kadar azaldı. Sadece askeri alanlar ve mezarlıklar boş alan olarak kaldılar. Şimdi ise 15 Temmuz darbe girişiminden sonra askeri alanların kent dışına çıkarılacağının açıklanması, boşaltılması durumunda bu alanların sosyal donatı alanı olarak düzenlenmesi gerekiyor. Aksini düşünmek fırsatçılık olur. 17 Ağustos 1999’dan sonra il afet kurulu deprem sonrası toplanma alanları ve çadır kurulabilecek 493 boş alanı belirlemiştir. Fakat bugün görüyoruz ki bu alanların büyük çoğunluğu imara açılmış. Yapı güvenliğinin sağlanmasında, afet sonrası örgütlenmesinde ve depremle birlikte yaşam bilincinin oluşturulmasında ciddi bir hazırlık içinde olmalıyız.
Kentlilik bilinci kent yaşamını savunmayı ve ona sahip çıkmayı gerekli kılıyor.
17 Ağustos 1999’dan bugüne kadar 17 yıl geçmesine rağmen güvenli bir yapılaşma anlayışı oluşturulamadı çok şey söylendi, yazıldı fakat deprem riskini önleyici, azaltıcı yasalar yeterli oranda düzenlenmedi. Kentsel dönüşüm adı altında sahiller ve kamuya ait yaşam alanları imara açıldı.
Depremin zararlarını önlemek için yapılması gereken kentsel dönüşüm, fiziksel mekanın dönüşümünün yanında sosyal adalet, sosyal gelişim, sosyal bütünleşme, tarihi ve kültürel mirasın korunmasıyla birlikte bütüncül bir kentsel dönüşüm olmalıdır.
Kentsel dönüşüm süreci tüm bölgeler için tek tip bir yaklaşımla değil, her bölgenin
kendi özel koşulları ve ihtiyaçları dikkate alınarak planlamalıdır.
Kentsel dönüşümün başarılı olmasının en önemli etkenlerinden biri etkilenen
yerel halkın bu sürece dahil edilmesidir. Kararların katılımcı bir şekilde alınması hiçbir kesimin dışlanmaması gerekiyor.
Süreç topraktan gelir elde etme yerine kentteki sorunları çözmeye yönelik bir yaklaşım gerektiriyor.
Şu anki durum ise fiziki dokunun yıkılıp yeniden inşa edilmesi biçiminde ele alınıyor, bu süreç de birçok sorunu beraberinde getiriyor. Kentsel Yaşam kalitesini aşağılara doğru çekiyor.
Siyasi iktidarlar Çevre ve Şehircilik bakanımızın dediği gibi kentsel dönüşüm adı altında sınırsız yetki kullanmamalıdır.
Yerel yönetimler planlama sürecinde etkin ve karar sahibi olmalı yetkilerini kesinlikle herhangi bir kuruma devretmemelidir dedi.