Evrensel Gazetesi Yazarı Ceren Sözeri'nin haberine göre ,
Aylardır konuşulan, haftalardır ‘ha geldi, ha gelecek ‘denilen, bazı iktidar sevdalılarının uyumadan önce “bugün de çıkmadı” diye hayıflanarak tweet attığı sosyal medyaya sansür getiren kanun teklifi sonunda Meclis’e geldi. İçeriği pek çok habere konu oldu, bu köşede biraz tuzakları konuşalım.İnternet alanını kısıtlayan her düzenleme bugüne dek içinde küçük de olsa bir hediye ile geldi. Bu seferkinin hediyesi ise haber sitelerine resmi ilan dağıtılması ve çalışan gazetecilere basın kartı verilmesi.
Yıllardır ortada duran bir sorundu. Bazı kamu kuruluşları basın kartı akreditasyonunun etrafından dolandı. Hatırlarsanız pandeminin ilk aylarında Sağlık Bakanı’nın basın toplantılarına herkes girebiliyordu, hatta bu nedenle bazı muhalif yazarlar kendisini “demokrat” dahi ilan etmişti.
Neyse ortada duran sorunun çözümü de vardı: Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin verdiği karara istinaden 5953 sayılı (ortamlarda 212 diye bilinir) Basın İş Kanunu’nun (uzun adını yazmamayım kısaca içeriği bu) ilk maddesinin içeriğini haber sitelerini de kapsayacak şekilde yeniden düzenlemek. Bu kadar kolay olmadığını biliyorum, çünkü hangisi haber sitesi, kim gazeteci konuları yalnızca burada değil, tüm dünyada tartışmalı.
O halde basit demeyelim ama ilk ve en önemli adımı bu. Çünkü gazetecilik konusu yalnızca basın kartı sahibi olmakla ilgili bir şey değil. Şu an okuduğunuz gazetedekiler de dahil, her sene ödül alan pek çok gazetecinin basın kartı yok. Meclise gelen kanun teklifinde bu çok arkalara, küçük bir detaya gizlenmiş. İlk madde, haber sitelerinin yasal zemine kavuşturulması ve “kamu kurum ve kuruluşlarının yürüttükleri enformasyon hizmetlerinde çalışan kamu personelinin, basın kartı düzenlenmesi bakımından süreli yayın çalışanları gibi değerlendirileceği” öngörülüyor.
Sanki kamu personeline bol kepçeden basın kartı dağıtılmıyormuş gibi, bürokratlara basın kartı verme yetkisi genişletilerek haber sitesinde çalışan gazetecilerin yanına iliştiriliveriyor.AKP iktidarı, çok eski değil, 2014 yılında, inanmazsınız yine aynı başlıkla ve inanmazsınız yine haber sitelerinde çalışan gazetecilere haklarını vereceğiz “hediyesiyle” bir sansür tasarısı hazırlamıştı.
O teklifin ilk iki maddesinde internet haber sitelerinin 5187 sayılı Basın Kanunu’na, gazetecilerin de 5953 sayılı Basın İş Kanunu kapsamına alındığı belirtilmişti. Sekiz sene önce gazetecilik konuşulurken, bugün basın kartı ve Basın İlan Kurumu’ndan ilan alınması koşulları konuşuluyor. Üstelik iktidar yanlısı olmak koşuluyla, kamu özel herkese dağıtılması planlanan, dolayısıyla gazetecilik açısından hiçbir anlamı kalmayan bir basın kartı söz konusu olan.Teklifi hazırlayanların hiç umursamadığı bir ayrıntı var. Gazeteci örgütlerinin büyük çabası ve açtıkları dava sonucunda Danıştay 10. Dairesi “uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğmasına yol açacağı tespitiyle” Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın hazırladığı yeni Basın Kartı Yönetmeliği’nin yürütmesini durdurmuştu.
Cumhurbaşkanlığı karara itiraz etti şimdi Danıştay düzenlemeyi esastan inceleyecek, ne çıkacak göreceğiz.
Ama teklifi hazırlayanlar 15. Maddede şunu eklemişler: “…basın kartı sahibinin basın ahlâk esaslarına aykırı faaliyet ve davranışlarda bulunması halinde basın kartlarının Komisyon kararıyla iptal edileceği öngörülmüştür.” Hangi basın ahlak esasları? Belirtilmemiş. Basın İlan Kurumu’nun belirledikleri olmasın?Türkiye’de gazetecilik yapmak ya da bir basın kurumu açmak (basını geniş anlamda kullanıyorum) izne tabi değil, beyana tabi. Şimdi bu yeni tasarı diyor ki, ‘ekstra iş yükü olmasın’, yargının işi başından aşkın, siz beyannameyi cumhuriyet savcılıklarına değil Basın İlan Kurumu’na verin. Başta pratik bir öneri gibi gelebilir, ancak bu, Basın İlan Kurumu’nun basın üzerinde bir vesayet oluşturmasının açık ilanıdır. Dahası teklifte Basın İlan Kurumu’nun yapısı da değişiyor: 36 kişilik Basın İlan Kurumu Genel Kuruluna, resmi ilan yayınlayacak internet haber sitelerinden iki, Cumhurbaşkanınca belirlenecek iki, Radyo, Televizyon ve internet siteleriyle ilgili işlemler gerçekleştiren BTK ve RTÜK'ten iki temsilci ekleniyor. Bu çok önemli bir müdahale, ‘buyrun sohbete’ derdim ama bu hafta yerimiz dar. Belli ki daha çok konuşacağız.‘Gazeteciler açısından hiç mi iyi bir şey yok’ diye sorarsanız, var. 5187 sayılı Kanunun 26. maddesinde, günlük süreli yayınlar için dava açma süresi dört ay, diğer basılmış eserler yönünden altı ay ile sınırlı.
Ancak savcılar haber internete konulduğu için bu süreleri dikkate almıyor, pek çok gazeteci bu sebeple yargılanıyordu.
Teklif yasalaşırsa artık haber sitelerine dava açmak da bu sürelere tabi olacak.Ama bir dakika, orada da 5651 sayılı İnternet Yasası devreye giriyor, kişi haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle sulh ceza hâkimlikleri yoluyla zaten içerikler engelleniyor. Hatta sahte hâkimlik kararıyla yolsuzluk haberinin içeriğinin engelleme girişiminin haberi dahi engelleniyor.Yukarıda bahsettiğim 2014’teki sansür yasa teklifinin içeriğine dair AB Bakanlığı (biliyorsunuz öyle bir bakanlık vardı, o dönem Bakan Mevlüt Çavuşoğlu) bir görüş hazırlıyor. Raporun altında Müsteşar Yardımcısı Dr. Mehmet Cangir’in imzası var. Detaylara boğmayayım, özetle diyor ki, internet haber siteleri bu tasarıyla Basın Kanunu kapsamına alınmakla birlikte, aynı zamanda mecburen İnternet Kanunu’na da tabi oluyorlar. Yani bir “suça”iki ceza (hem basın kartı iptali, hem içerik engelleme örneğin) verilmiş oluyor, üstelik birinde yargı kararı var, diğerini kurum belirliyor ki bu hakkaniyete aykırı.
2014’teki teklifte, haber sitelerinin içeriklerini altı ay saklama zorunluluğu öngörülmüş. Buna da itiraz edilmiş. AB Adalet Divanı’nın ifade özgürlüğü, özel hayatın gizliliği, hukukun üstünlüğü ve orantılılık ilkeleri gereği trafik verilerinin 6 ay ile 2 yıl arasında saklanmasına ilişkin hükmün iptal edildiği hatırlatılıyor. Geçen hafta Meclis’e sunulan teklifte bu süre iki yıla çıkartılmış. 2014’teki yasa teklifinin altında Bülent Arınç, Ali Babacan, Beşir Atalay, Emrullah İşler, (o dönem de Adalet Bakanı) Bekir Bozdağ, Ömer Çelik gibi isimler var. O teklif hayata geçmedi.
Geçen hafta sunulan teklifte başta MHP Milletvekili Feti Yıldız ve AKP Milletvekili Ahmet Özdemir’in imzası var. Yeşil topun mucidi Mahir Ünal yok örneğin, ama Ahmet Hamdi Çamlı var. Geçen Şubat Trabzon’da meydanda Kılıçdaroğlu’na hakaret ettirilen çocuğun hapisteki babasının avukatı Salih Cora var. Liste şenlikli.Herkes, haklı olarak, teklifin 29. Maddesinde yer alan "Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma"nın koşulları ve neticede seçim öncesi bir sopa olarak kullanılabilecek hapis cezaları konusunu tartışıyor.
Maddenin başına “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle” ibaresinin gelmesi kimsenin içini ferahlatmıyor, bu saikin kim tarafından nasıl yorumlanacağı meçhul. “Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır” ifadesi hem anonimliğe, dolayısıyla ifade özgürlüğüne aykırı, hem de örneğin Twitter üzerinde organize edilen taciz, tecavüz, istismar davalarında kamuoyu oluşturan kampanyaları engellemek için çok kullanışlı bir sopa.Herkesin adı kadar emin olduğu tek şey, bu teklifin muhalefeti susturmak için tasarlanmış olduğu. Fakat dikkat, AKP’nin de bu konuda içinin rahat olduğu bir yanılgı. Her ne kadar yargıya yaslansa da, bu kanun dönüp dolaşıp en ufak bir çatlakta iktidar cenahını, özellikle de AKP’yi vurur.
Mesela yürürlükte olsaydı, dokuz yıl önce bugünlerde ortaya atılan Kabataş yalancılarını vururdu. Babacan geçen Ağustos’ta “Yazdığı tweet’ten, paylaştığı haberden, beğendiği yorumdan haksız tutuklanan yüzlerce insanın olduğu ülkede daha ne kadar ileri gideceksiniz?” diye sormuştu.Onlar 2014’te cehenneme giden yolun taşlarını döşerken, istemeyerek İnternet Yasası’nda yeni tür sansüre imza atarken, biz daha 2011’de sokakta “İnternetime Dokunma!” diye bağırıyorduk. Biz yine aynı yerdeyiz, ama sansürcülerin konumları değişebiliyor.*1980 yılında, en iyi film dalında Oscar alan, yönetmenliğini Robert Benton'ın yaptığı film, ebeveynlik (kendisini ebeveyn olarak gören siyasi liderlere de uyarlanabilir) ve toplumsal dönüşüm açısından yeniden izlenmeye değer.
Aylardır konuşulan, haftalardır ‘ha geldi, ha gelecek ‘denilen, bazı iktidar sevdalılarının uyumadan önce “bugün de çıkmadı” diye hayıflanarak tweet attığı sosyal medyaya sansür getiren kanun teklifi sonunda Meclis’e geldi. İçeriği pek çok habere konu oldu, bu köşede biraz tuzakları konuşalım.İnternet alanını kısıtlayan her düzenleme bugüne dek içinde küçük de olsa bir hediye ile geldi. Bu seferkinin hediyesi ise haber sitelerine resmi ilan dağıtılması ve çalışan gazetecilere basın kartı verilmesi.
Yıllardır ortada duran bir sorundu. Bazı kamu kuruluşları basın kartı akreditasyonunun etrafından dolandı. Hatırlarsanız pandeminin ilk aylarında Sağlık Bakanı’nın basın toplantılarına herkes girebiliyordu, hatta bu nedenle bazı muhalif yazarlar kendisini “demokrat” dahi ilan etmişti.
Neyse ortada duran sorunun çözümü de vardı: Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin verdiği karara istinaden 5953 sayılı (ortamlarda 212 diye bilinir) Basın İş Kanunu’nun (uzun adını yazmamayım kısaca içeriği bu) ilk maddesinin içeriğini haber sitelerini de kapsayacak şekilde yeniden düzenlemek. Bu kadar kolay olmadığını biliyorum, çünkü hangisi haber sitesi, kim gazeteci konuları yalnızca burada değil, tüm dünyada tartışmalı.
O halde basit demeyelim ama ilk ve en önemli adımı bu. Çünkü gazetecilik konusu yalnızca basın kartı sahibi olmakla ilgili bir şey değil. Şu an okuduğunuz gazetedekiler de dahil, her sene ödül alan pek çok gazetecinin basın kartı yok. Meclise gelen kanun teklifinde bu çok arkalara, küçük bir detaya gizlenmiş. İlk madde, haber sitelerinin yasal zemine kavuşturulması ve “kamu kurum ve kuruluşlarının yürüttükleri enformasyon hizmetlerinde çalışan kamu personelinin, basın kartı düzenlenmesi bakımından süreli yayın çalışanları gibi değerlendirileceği” öngörülüyor.
Sanki kamu personeline bol kepçeden basın kartı dağıtılmıyormuş gibi, bürokratlara basın kartı verme yetkisi genişletilerek haber sitesinde çalışan gazetecilerin yanına iliştiriliveriyor.AKP iktidarı, çok eski değil, 2014 yılında, inanmazsınız yine aynı başlıkla ve inanmazsınız yine haber sitelerinde çalışan gazetecilere haklarını vereceğiz “hediyesiyle” bir sansür tasarısı hazırlamıştı.
O teklifin ilk iki maddesinde internet haber sitelerinin 5187 sayılı Basın Kanunu’na, gazetecilerin de 5953 sayılı Basın İş Kanunu kapsamına alındığı belirtilmişti. Sekiz sene önce gazetecilik konuşulurken, bugün basın kartı ve Basın İlan Kurumu’ndan ilan alınması koşulları konuşuluyor. Üstelik iktidar yanlısı olmak koşuluyla, kamu özel herkese dağıtılması planlanan, dolayısıyla gazetecilik açısından hiçbir anlamı kalmayan bir basın kartı söz konusu olan.Teklifi hazırlayanların hiç umursamadığı bir ayrıntı var. Gazeteci örgütlerinin büyük çabası ve açtıkları dava sonucunda Danıştay 10. Dairesi “uygulanması hâlinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğmasına yol açacağı tespitiyle” Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın hazırladığı yeni Basın Kartı Yönetmeliği’nin yürütmesini durdurmuştu.
Cumhurbaşkanlığı karara itiraz etti şimdi Danıştay düzenlemeyi esastan inceleyecek, ne çıkacak göreceğiz.
Ama teklifi hazırlayanlar 15. Maddede şunu eklemişler: “…basın kartı sahibinin basın ahlâk esaslarına aykırı faaliyet ve davranışlarda bulunması halinde basın kartlarının Komisyon kararıyla iptal edileceği öngörülmüştür.” Hangi basın ahlak esasları? Belirtilmemiş. Basın İlan Kurumu’nun belirledikleri olmasın?Türkiye’de gazetecilik yapmak ya da bir basın kurumu açmak (basını geniş anlamda kullanıyorum) izne tabi değil, beyana tabi. Şimdi bu yeni tasarı diyor ki, ‘ekstra iş yükü olmasın’, yargının işi başından aşkın, siz beyannameyi cumhuriyet savcılıklarına değil Basın İlan Kurumu’na verin. Başta pratik bir öneri gibi gelebilir, ancak bu, Basın İlan Kurumu’nun basın üzerinde bir vesayet oluşturmasının açık ilanıdır. Dahası teklifte Basın İlan Kurumu’nun yapısı da değişiyor: 36 kişilik Basın İlan Kurumu Genel Kuruluna, resmi ilan yayınlayacak internet haber sitelerinden iki, Cumhurbaşkanınca belirlenecek iki, Radyo, Televizyon ve internet siteleriyle ilgili işlemler gerçekleştiren BTK ve RTÜK'ten iki temsilci ekleniyor. Bu çok önemli bir müdahale, ‘buyrun sohbete’ derdim ama bu hafta yerimiz dar. Belli ki daha çok konuşacağız.‘Gazeteciler açısından hiç mi iyi bir şey yok’ diye sorarsanız, var. 5187 sayılı Kanunun 26. maddesinde, günlük süreli yayınlar için dava açma süresi dört ay, diğer basılmış eserler yönünden altı ay ile sınırlı.
Ancak savcılar haber internete konulduğu için bu süreleri dikkate almıyor, pek çok gazeteci bu sebeple yargılanıyordu.
Teklif yasalaşırsa artık haber sitelerine dava açmak da bu sürelere tabi olacak.Ama bir dakika, orada da 5651 sayılı İnternet Yasası devreye giriyor, kişi haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle sulh ceza hâkimlikleri yoluyla zaten içerikler engelleniyor. Hatta sahte hâkimlik kararıyla yolsuzluk haberinin içeriğinin engelleme girişiminin haberi dahi engelleniyor.Yukarıda bahsettiğim 2014’teki sansür yasa teklifinin içeriğine dair AB Bakanlığı (biliyorsunuz öyle bir bakanlık vardı, o dönem Bakan Mevlüt Çavuşoğlu) bir görüş hazırlıyor. Raporun altında Müsteşar Yardımcısı Dr. Mehmet Cangir’in imzası var. Detaylara boğmayayım, özetle diyor ki, internet haber siteleri bu tasarıyla Basın Kanunu kapsamına alınmakla birlikte, aynı zamanda mecburen İnternet Kanunu’na da tabi oluyorlar. Yani bir “suça”iki ceza (hem basın kartı iptali, hem içerik engelleme örneğin) verilmiş oluyor, üstelik birinde yargı kararı var, diğerini kurum belirliyor ki bu hakkaniyete aykırı.
2014’teki teklifte, haber sitelerinin içeriklerini altı ay saklama zorunluluğu öngörülmüş. Buna da itiraz edilmiş. AB Adalet Divanı’nın ifade özgürlüğü, özel hayatın gizliliği, hukukun üstünlüğü ve orantılılık ilkeleri gereği trafik verilerinin 6 ay ile 2 yıl arasında saklanmasına ilişkin hükmün iptal edildiği hatırlatılıyor. Geçen hafta Meclis’e sunulan teklifte bu süre iki yıla çıkartılmış. 2014’teki yasa teklifinin altında Bülent Arınç, Ali Babacan, Beşir Atalay, Emrullah İşler, (o dönem de Adalet Bakanı) Bekir Bozdağ, Ömer Çelik gibi isimler var. O teklif hayata geçmedi.
Geçen hafta sunulan teklifte başta MHP Milletvekili Feti Yıldız ve AKP Milletvekili Ahmet Özdemir’in imzası var. Yeşil topun mucidi Mahir Ünal yok örneğin, ama Ahmet Hamdi Çamlı var. Geçen Şubat Trabzon’da meydanda Kılıçdaroğlu’na hakaret ettirilen çocuğun hapisteki babasının avukatı Salih Cora var. Liste şenlikli.Herkes, haklı olarak, teklifin 29. Maddesinde yer alan "Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma"nın koşulları ve neticede seçim öncesi bir sopa olarak kullanılabilecek hapis cezaları konusunu tartışıyor.
Maddenin başına “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle” ibaresinin gelmesi kimsenin içini ferahlatmıyor, bu saikin kim tarafından nasıl yorumlanacağı meçhul. “Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır” ifadesi hem anonimliğe, dolayısıyla ifade özgürlüğüne aykırı, hem de örneğin Twitter üzerinde organize edilen taciz, tecavüz, istismar davalarında kamuoyu oluşturan kampanyaları engellemek için çok kullanışlı bir sopa.Herkesin adı kadar emin olduğu tek şey, bu teklifin muhalefeti susturmak için tasarlanmış olduğu. Fakat dikkat, AKP’nin de bu konuda içinin rahat olduğu bir yanılgı. Her ne kadar yargıya yaslansa da, bu kanun dönüp dolaşıp en ufak bir çatlakta iktidar cenahını, özellikle de AKP’yi vurur.
Mesela yürürlükte olsaydı, dokuz yıl önce bugünlerde ortaya atılan Kabataş yalancılarını vururdu. Babacan geçen Ağustos’ta “Yazdığı tweet’ten, paylaştığı haberden, beğendiği yorumdan haksız tutuklanan yüzlerce insanın olduğu ülkede daha ne kadar ileri gideceksiniz?” diye sormuştu.Onlar 2014’te cehenneme giden yolun taşlarını döşerken, istemeyerek İnternet Yasası’nda yeni tür sansüre imza atarken, biz daha 2011’de sokakta “İnternetime Dokunma!” diye bağırıyorduk. Biz yine aynı yerdeyiz, ama sansürcülerin konumları değişebiliyor.*1980 yılında, en iyi film dalında Oscar alan, yönetmenliğini Robert Benton'ın yaptığı film, ebeveynlik (kendisini ebeveyn olarak gören siyasi liderlere de uyarlanabilir) ve toplumsal dönüşüm açısından yeniden izlenmeye değer.